Parktaki Tahta Bank: Ekim 2006

Cuma, Ekim 27, 2006

Zelzele





Gün çok sıcak geçti bugün. Öyle böyle değil, herkes bunaldı. Hele kuzucuklarım ne
maç yapabildiler, deli deli bir topun peşinden koşturup, ne de aralarında fazla
neşelenebildiler. Hatta bizim maganda dahi pek yoktu ortalarda. Ne de mahalle
sakinleri. Sanki yer yarıldı da içine girdiler mahallecek diyesim geldi. O denli sessiz ve
sakin bir gün geçirdik.

Bir ara benim kuzucuklar geldiler, kimisi üzerime, kimisi de yerlere yayıldı,
aralarında sohbet ettiler; ama sohbet de nasıl bir sohbet ise, sanki bütün sözcükler
ağızlarından kerpetenle çıktı. O denli kendilerini kaybetmiş gibiydiler. Bir ara bas
bayağı endişelendim, acaba biri mi hasta, birine bir şey mi oldu, diye. Ama yoktu,
hepsi tam tekmil buradaydılar. Tek dikkatimi çeken sıkkındılar, sanki birbirlerine bile
tahammülleri yok gibi olmakla birlikte, pek aralarında birbirlerine laf atacak derman da
yoktu. Bu bizim Emre hepsinden keyifsizdi hatta. En çok onun canı sıkkındı. Durup
durup,

-Oğlum bugün çok sıkılıyorum yaaa, bir şey olacak bugün, ama ne olacak
bilmiyorum. Çok içim sıkılıyor,
deyip deyip dolanıyordu ara sıra ortalarda.

-Lan oğlum, bizim kızıl kafa bugün dönüyor Mısır’dan, bir şey olmasın uçağa falan
yaaa, valla çok içim sıkılıyor be, demişti ama, kızıl kafası öğleden sonra arayıp da
geldiğini bildirince, derin bir nefes almıştı. Ama yine de geçmemişti sıkıntısı. Kızıl kafa

teyzenin eli kolu dolu ve bir sürü bavulla dönüşü biraz olsun oyalamıştı
hepsini. Canım kuzularım benim, sanki bir evin çocukları bunlar. Hepsi birden gitti
yardıma. Her biri bir şey kaptı götürdü Emre’lerin eve. Hatta diğerleri inmişlerdi
aşağıya da, Emre çıkmamıştı halası gelince uzunca bir süre. Bu çocuk bu kadını çok
seviyor. Öksüzüm benim. Aslında öksüz değil ya, bunun böylesine analı-babalı öksüz
denir herhalde daha çok. Annesi de var, babası da. Kimbilir, belki de böylesi daha da
zordur bu çocuk için. Hepsi anne, baba diye seslenirken, bu biçarem hep hala,
babaanne diye sesleniyor. Kimbilir içinde ne fırtınalar kopuyordur. Ama hiç belli
etmedi. Yine de, evinde çok rahat olmalı ki, oldukça dayı dayı edası var. Yoksa
evinde rahat olmasa, iyi bakmasalar bu kadar özgüveni gelişmiş bir çocuk edasıyla
dolaşamazdı ortalarda.

Uzun bir süre çıkmadı dışarı Emre. O çıkmayınca diğerleri de dağıldılar zaten. Bu
sıcakta hiç birinin keyfi olmadığından, her biri kendi dünyasına, kendi odasına çekildi
belki de.

Akşam üzerine doğru biraz hareketlenir gibi oldu ortalık. O da en fazla trafikten
kaynaklanıyordu zaten. Sonra ise iyice sessizleşti, herkes evine girdi akşam
yemeğini yemek üzere. Bugün oğlanlar hiçbir çılgınlık yapmadılar, hatta bizim mazbut
evin akıllı delisi bile pek sakindi. Bütün gün babası ile fabrikaya gitmiş, yoktu
ortalarda, ancak akşamüzeri döndü evine. Balkonda oturuyorlar şimdi. Onların köşe
balkon hem caddeye hem de benim bulunduğum bu küçük parka bakıyor yan
taraftan. Gelin de yanında. Birlikte akşam çayı içiyorlar. Kuzucuklarım da ortalarda
olmadığından, mazbut evin akıllı delisinin laf atacağı kimse de yok. Karısı
da pek narin bir şey, dal gibi, kırılıverecek sanki. Bu çılgın delikanlıyı nasıl çekiyor
acaba? Nasıl tahammül edebiliyor? Amaaan, zaten ikisi de çocuk yaştalar daha,
neredeyse evcilik oynayacaklar. Oğlan kazık kadar adam güya ama onun da aklında
var bir sıkıntı, ondan böyle çocuk halleri. Yoksa, bundan kaç yaş küçük kız kardeşi
var, kendisinden çok daha olgun. Zaten evin geliniyle kızı sanki iki arkadaş gibiler.
Hep kakara kikiri. Hep birlikteler gün boyunca.

Gece yemekten sonra çıktı kuzucuklarım ama yine öyle keyifsizler. Serildiler bir
müddet yine kucağıma, kimisi de yerlere oturdular, basamaklara. Burası hafif
yamuktan bir park, meyilli, üst cadde ile alt cadde arasında en az üç-dört metrelik bir
kot farkı var, onun için de parkın ortalarına kadar da basamaklar var, benim
bulunduğum yere kadar, ayak uçlarıma kadar neredeyse, birkaç basamak merdivenle
çıkılıyor, işte o basamaklarda oturdular kimisi. Gitar da çalmadılar bu gece, şarkı da
söylemediler. Bir ara yine dolaşmaya çıktılar, baktım ellerinde süt şişeleriyle geri
geldiler. Sonra ara patikadan, otoparkın bulunduğu yerden yukarıya doğru yürüdüler,
sanırım Çekirge Meydanı’na çıktılar, hani şu Dilmen, Gönlüferah gibi otellerin
bulunduğu yere. Yukarıda artık onlara tanıdık olmuş bir büfe var, çem-çerez bir
şeyler almışlar ama oralarda da fazla kalamadılar bu gece. Biraz sonra yine geldiler
her zamanki yerlerine. Öyle böyle derken gecenin bir yarısını ettiler ve sessiz sesiz
dağıldılar evlerine. Oysa böyle mi olurdu bunların evlerine gidişleri?


Gece köpekler çok havladı ve uludu kimisi. Sokak kedilerininse hiç biri ortalarda
görünmedi bu gece.

Bir tuhaflık var. Ayaklarım yerden kesildi sanki. Titriyorum. Ses de var, bir garip,
gümbürtü gibi. Ne bu anlayamıyorum ki. Bir tahterevalliye binmişim gibi bir aşağı bir
yukarı ama dengesizce, ve daireler çizerek, uçuruluyorum sanki. Hiç böyle bir şey
yaşamadım ben. İlk defa geliyor başıma. Ne olduğunu çözebilmiş değilim henüz.
Bütün evlerde, bütün ışıklar yandı. İnsanlar sokaklara fırladı, sanırım bunlar alt
katlarda oturanlar, üst katlarda oturanların bazıları balkonlara fırladı. Durdu gibi
olmuştu, ama bir daha sallanıyoruz. Hala ne olduğunu anlayabilmiş değilim.
İnsanlarda da aynı panik var, onlar da ne olduğunu anlamış gibi görünmüyorlar. Kimi
geceliklerle fırlamış kadınların, kimisi üzerinde şortlarla erkeklerin. Devam ediyor bu
sarsıntı. Bir durur gibi oluyor, ama durmuyor. İnsanlar bağırışmaya başladı. Zaten
insanların sesinin dışında bir uğultu da var. Durdu artık galiba. Ayaklarım topraktan
ayrılacak zannettim bir ara. O ne sallanıştı, o ne sarsıntıydı, o ne uçmaydı sanki öyle.

Ben ne olduğunu anlayamadım, ama insanlarda ayrı bir panik vardı benim
hissetmediğim. Onlar korkmuş görünüyorlar. Farklı bir şey bu, sanırım onlara da
yabancı bir duygu.

Yavaş yavaş mahalleli benim bulunduğum bu küçücük köşe parka akmaya başladı.
Hepsi geliyorlar patır patır. Dönüp dönüp evlerine de bakıyorlar arada. İlk gelen
çocuklar oldu yine. Sanki bütün mahallenin çocukları damladı birden. Arkalarından
büyükler de geliyor. Bir panik içindeler hala. Biri bana da anlatsa ne olduğunu da ben
de anlasam.

Önce şu karşımda oturan, hani bir sabahın erken saatinde başında kocaman beyaz
bir örtüyle dua eden hanım, beyi ve iki çocukları çıktılar, ardından da mahallenin
magandası. Aslında magandamızın daha erken gelmesi gerekirdi; o, köşedeki üç katlı
evin hemen girişinin üzerinde oturuyor ama daha geç çıktı herhalde ki, bu aile altı
katlı apartmanın en üst katının bir kat altında oturmasına rağmen diğerlerinden daha çabuk geldi yanıma. Mazbut evin akıllı delisi de karısını ve kızkardeşini almış, o
da geldi, ama kızları bıraktı tekrar eve girdi, annesiyle babası çıkmıyorlar diye, onları
da alacakmış. Emre var, kapılarının önünde, halası, kızıl kafa teyze de çıkmış, ama
ellerinde telefon sürekli bir şeyler yapıyorlar, o ihtiyar nineyi de çıkartmışlar, Emre’nin
babaanne dediği.

Tarhan da geldi, ama küçük kız kardeşi yok yanında, annesi de yok. Kızılkafa teyze
balkondan kendi apartmanlarında yaşlı bir teyzeyle konuşuyordu, içeriye daldı yine.
Yandaki apartmandakilerden de çocuklar çıktılar dışarıya, ama büyüklerin hiç biri
çıkmadı. Büyükler balkonda hepsi.

Çok büyük bir telaş yaşanıyor, hala ne olduğunu anlayamadım.

Koşarak bir adam geliyor aşağılardan. Tanıdım, Emre’nin babası bu, magandayı
benzeten. Oğluna sarıldı hemen. Emre bırakmış artık telefonla uğraşmayı. Anladım
şimdi, telefonlarla herkes bir yakınını aramaktaymış. Konuştukça anlıyorum neler
yaptıklarını. Ama çok kalabalık oldu burası, sanki bütün mahalleli buraya aktı. Hepsi
de ayrı telden konuştukları için ne dedikleri de pek anlaşılmıyor, ama sürekli
“deprem” diye bir şeyden bahsediyorlar. Küçükler de bilmiyorlarmış depremin ne
olduğunu, ilk defa yaşamışlar, bu doğa olayını.



Gece boyunca hepsi konuşuyor. Ne tuhaf. Diğer günler hiçbiri bir diğerine bu kadar
çok yakın olmamıştır, birbirleriyle bu kadar çok şey konuşmamıştır. Deprem
olunca ne kadar yakın oldular birbirlerine. Korku insanları birbirine yakınlaştırıyor
demek ki.