Parktaki Tahta Bank: Mazbut Evin Akıllı Dellisi

Perşembe, Nisan 27, 2006

Mazbut Evin Akıllı Dellisi





Gün aydınlandı yine usul usul. Gecenin serinliği adım adım uzaklaşmakta benden. Ben severim bu serinliği ama sanırım günün ısısı da gerekli acuna, özellikle de insanlara ve hayvanlara.

İlk otobüsler çalışmaya başladı. Çok az insan taşımaktalar günün bu erken saatinde, henüz topluca sokaklara akın etmemiş insanoğlu. Fazla sürmez, bütün gürültüleriyle, kavgalarıyla, bağırışlarıyla doldururlar birazdan alemi.

Kedilerim dolanmakta ayak uçlarımda, sessizce. Henüz mahallenin veletleri ortalığa dökülmediklerinden, kediler rahat rahat turlamakta etrafımda. Arada bana sürtünüyorlar ama dertleri ben değilim onların. Bir yerlerini kaşıyorlar bana sürtünerek. Bazen de şimdi olduğu gibi otları yiyorlar. Bilmezdim kedilerin ot yediklerini, farkına varmamışım bunca zaman, ne zaman ki kedisi olan insanlar oldu etrafımda, o zaman aralarında geçen konuşmalardan öğrendim. Meğer kedilerin karnı ağrıyınca, bu karın ağrılarını gidermek için ot yerlermiş. Ne çok sır gizli şu alemde. Her bir şeyin çaresi de alemde, ama görmez şu ademin evladı bunu bir türlü. Çeşit çeşit çareler üretme yarışına girer, sonra da sanki dünyayı bulmuş gibi sunar adem varlıklarına. Biz ağaçlar farklıyız adem evladından. Ağaç? Hayır, artık ağaç değilim. O, bundan önceki yaşamımdı. Artık odunum. Ama, işe yarayan bir odun.

Gün iyice yol aldı ki, bir telaştır var sokağımızda. Ne olduğunu da göremiyorum ki. Kuzucuklarım hepsi Emre’lerin kapının önünde, başlarını yukarıya kaldırmışlar, bir yere bakmaktalar. Ben göremem ki oturduğum yerden. Bazen, böyle zamanlarda, ne çok istiyorum ben de insanlar gibi yürüyebilmeyi. Ne güzel olurdu. Alsaydım ben de yere mıhlanmış ayaklarımı elime, kalksaydım bir anlığına buralardan, yollara vursaydım kendimi. Gider miydim acaba? Yok, yok, gitmezdim ben buralardan. Gezip, görmek isterdim tabii olanı biteni ama çekip gitmezdim. Burada iyiyim ben, her ne kadar bazen aşırı heyecanlanmalar olsa da. İyi bir sokak burası. Hele benim yerim, tam ortada, hem alt caddeyi görmedeyim olduğum yerden, hem de üst caddeyi. Ama yürüyebilseyim, mıhlanmamış olsaydım, gider bakardım azıcık, nereye bakmada bu çocuklar.

Kadınlar da çıkmaya başladı balkonlarına. Kocaman da bir teneke kutu durmakta aşağıda, kırmızı. Bunun rengi bugüne kadar gördüklerimden oldukça değişik; hatta sadece rengi değil, kendisi de bir değişik. Öncelikle oldukça uzun bir tenek kutu, etrafında da bu teneke kutuyla gelen adamlar var, başlarında tas taşıyan. Başlarındaki tasların, adamların çenelerinin altından geçen bir de kemerleri var. Hem bu arabanın üzerinde bir de merdiven var. Şimdi yükselmekte o merdiven. Sanki gökyüzüne ulaşmaya çalışıyor. Yükselen merdivenin ucunda da bir sepet var. Sepetin içine binmiş iki kişi, biri bizim mahallenin gençlerinden biri. Bu genci biliyorum. Deli dolu bir genç. Benim kuzucuklarım çok seviyorlar onu. Evliymiş. Karısını da görün, bir miniminnacık bir şey ki sormayın. Pek de hanım hanımcık üstelik. Bazen akşamları kuzucuklarım gitar çalarken geliyorlar ikisi kuzucuklarımın yanına, oradan biliyorum bu ikisinin evli olduklarını. Çok şaşırmıştım ilk duyduğumda. Herhalde bu gelin miniminnacık olduğundan ve evin oğlu da pek deli dolu olduğundan, oğlanın ailesiyle beraber yaşıyorlar. Oysa çevremdeki evlilerin hepsi kendilerine ait evde yaşamaktalar. Bunların durumu farklı ama. Bir kere gelin daha yeni geldi İstanbul’da. Oğlan da Amerika’daymış, gelin İstanbul’da hukuk okurken. Oğlansa Amerikada İşletme mastırı yapmışmış. Kuzucuklarımdan Kağan olan Üniversite’ye hazırlanmakta olduğundan, bir akşam seçeceği bölümün kararlaştırılması aşamasında destek olmuştular bu evli gençler Kağan’a. İşte o giatrlı akşam sohbetinde öğrenmiştim bütün bunları.

Teneke kutunun sepetinin içinde iki kişi yukarıya çıktılar. Birisi bizim bu mazbut evin akıllı delisi. Gözden kayboldular yukarı ulaşınca. Merdiveni görmekteyim de, ne olduğunu pek anlayamadım.

Her neler olduysa yukarılarda, kuzucuklarım kişneye kişneye geliyorlar yanıma, anlatırla şimdi de, ben de gideririm merakımı.

-Manyak bu adam abi yaaa. Harbi manyak adam, dedi Tarhan.

-Ne manyağı oğlum, ıslak deli derler böylesine. Babaabnnem bana da öyle diyor bazen. Ne olduğunu anlamadım, kurusunun nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum ama, bu gerçekten ıslak deli abi. Ulan, nerede görülmüş, evin anahtarını unutunca, itfaiye çağırmak abi yaaaa!

-Çatlak derler buna oğlum, dedi Tevfik.

Ulan, adama bak yaaaa! Çıktın yukarı, açtın kapıyı, tamam, bitti işte. Ulan ıslak deli, bir de itfaiyeyi bekletip, evden anahtarı alıp, tekarar itfaiyecinin merdiveninin ucundaki kurtarma selesiyle aşağıya inmek ne oluyor? Ama birader, açık söyleyeyim, ulan, bayıldım ben bu işe be! Kimin aklına gelir, bir düşünsenize.

-Saçmalamayın oğlum. Ayıp ya. İyice saçmaladınız siz de. Bununki macera. Adamda para bok gibi. Ne yapacağını şaşırıyor bazen. Aklınızı başınıza toplayın. Bu mu itfaiyenin görevi?

-Analadık be! Şurdan iki torba güleceğiz, ettin keyfimizin içine oğlum.

-Gülecek şeyler bulun o zaman. Adam olun da, hep beraber protesto edin böyle bir şeyi. Bizim ailelerimizin vergisiyle yapılandırılıyor itfaiye. Bunun gibi kudurukların keyfi maceralarında kullanılsın diye mi toplanıyor senin kızılkafadan bu kadar vergi?

Hay ağzını öpeyim Kağan. Ağzına sağlık büyük kuzum. Vallahi ben odun halimle yapmam böyle manyaklıkları!

4 Comments:

Blogger Unknown said...

Kedilerin ot yediğini de öğrenmiş oldum bu arada ;)

Başarılar.

Takipteyiiizz...

11:06 ÖS  
Blogger deniz said...

ben izmir hayvanat bahcesinde kaplanın çimen yediğini görmüş bi insanım

2:23 ÖÖ  
Blogger Unknown said...

Sanırım devamı gelmeyecek bu "Parktaki Tahta bank" ın umudu kesiyorum ne dersin?

1:45 ÖÖ  
Blogger Jim said...

The musical performance is very good and I wish I knew how to put audio/video on our blog.

11:36 ÖS  

Yorum Gönder

<< Home