Parktaki Tahta Bank: Kızıl Kafa Teyze

Pazartesi, Şubat 13, 2006

Kızıl Kafa Teyze





Gece dediği zaman diliminde seyahatteyiz insanoğlunun. Ortalık sessiz, sakin diyeceğim ama bu diyeceğime de pek uymuyor ya! Aslında kuzucuklarım yoklar, cıvıltılarına hasretim, insanoğlu terki diyar eylemiş gibi adeta desem, o da değil, çünkü bu sefer de o koca teneke kutuların içindeler, hani şu çalışırken homurtular çıkaran, insanoğlunun otobüs dediği, onların ayaklarının kendilerini taşımada yetersiz kaldığı mesafelerde kullandıkları, sesli teneke kutular. Yalnız bu teneke kutuların her yeri teneke değil, şeffaf pencereleri de var, oturan insanların kafalarının göründüğü, işte o pencerelerden bakıyorlar etrafa da öyle görüyorum teneke kutulardaki insanoğullarını, o canavar düdüğü gibi öten teneke canlarda.

İşte bir tane daha geliyor olmalı. Kendi görünmese de henüz, motor denilen canları öyle bir ses yayıyor ki acunun lacivert yüzünde, değil ben köşe başında, ta sokağına diğer ucunda bile kediler, köpekler duymuştur da saklanacak delik aramışlardır homurtusundan tenekelerin. Bak aklıma neler de getirdi şu tenekeler: Acaba onların canları da beni algılayabiliyor mu? Algılamış olsa ne düşünürler ki? İki yolun birleştiği noktada bir adacık yeşillendirilmiş, onun üzerine de tahtadan bir bank yerleştirilmiş, insanlar bir nefeslik, veya duman içimlik durabilsinler, diye. O nedir öyle anlamıyorum. İnsanların parmaklarının arasında, kah ağzında bir çubuk, fakat çubuğun teni bizden, iyice beyazlatılmış, ama belli ki içi bizden değil, bizden olsa çıra gibi yanacak çünkü, evet, içi başka bir maddeden ki, daha farklı yanıyor bir ağaç parçacığından. İnsanlar ne anlar yanan bir şeyi solumaktan anlayamadım; benim gibi odunun anlayabileceği bir şey değil bu anlaşılan. Teneke kutular, acaba onlar biliyor mu şu ademoğlunun yanan şeyi solumasının sebebini?

Geldi işte. Yine zorlanarak çıkıyor, tam rampaya geldi. Başı örtülü bir kadınla şoför, tam şoför kapısının önünde duruyorlar. Niye oturmamış ki bu kadın, araba bu rampayı tırmanırken? Bak, nasıl da sıkı sıkı tutunmuş şoförün arkasındaki boruya? Ne konuşuyordur acaba? Hastası mı vardı acaba, hastanenin önünden otobüse bindiğine göre? Yoksa şoförün bir tanıdığı mı? Neyse. Geçip gittiler işte. Yine bir başıma kaldım.

Arkamdan bir tıpırtı sesi geliyor. Bu kötü bir ayak sesi değil, belki de benim kuzucuklarımdan bir tanesidir, gelir de yayılır yine kucağıma, bir taraftan arkadaşlarını bekler, bir taraftan ıslık çalar çocuklar onu duysunlar da, çıksınlar, diye. İşte, Tevfik diyorlar buna. Konuşurlarken duydum, Tevfik çocuğun dedesinin adıymış; küçük Tevfik doğduğunda babası, kendi babasının adını vermiş Tevfik’e. Ama küçük Tevfik hiç tanımamış dedesini.

Evet, o işte. Boylu poslu, tam iri kıyım, hatta belki de mahalledeki ufaklıkların içinde en iri yarısı bu olmalı. Ama küçücük aslında, evet, bir çoklarından daha küçük yaşı. Babası da öyle fazla uzun değilmiş, ama dedesi uzun boylu bir ihtiyarmış, hatta o kadar uzun boyluymuş ve babaannesi de o kadar kısa boyluymuş ki, dedesi eğilmekten kambur olmuş, anlatmıştı arkadaşlarına bir yaz gecesi yine böyle. Bu diğerlerinden daha sessiz, yaygaracı değil onlar gibi. Oturur bekler şimdi öbürleri gelinceye kadar. Fazla sürmez ama, tarla fareleri gibi çıkarlar inlerinden benim kuzucuklarım da şimdi, eli kulağındadır.

İşte, iti an çomağı hazırla misali, bak dökülmeye başladılar. Emre’yle Tarhan geliyorlar. Onlar aynı apartmanda oturdukları için, Emre herhalde yukarıdan aşağıya indiğinde Tarhan’a da uğruyor ki, birlikte geliyorlar. Tarhan eline gitarını da almış, şarkı söyleyecek gene, şenlik var bu akşam. Komşular da çıkar artık balkonlara, kuzucuklarıma eşlik etmeye. Bu çocuk müzisyen olacak herhalde, hani derler ya, bacak kadar bok daha, ama ne de güzel çalıyor o gitarı. Aslında ben bilmezdim önce gitarın ne olduğunu, ama ne çok şey öğrendim bu mahallede bu minicik büyük adamlarımdan.

Kara bir kafa daha belirdi, Emre’lerden bir önceki apartmanın merdivenlerinde. Yok, yok, bir değil, iki kafa geliyor. Biri ufak tefek, diğeri biraz daha boyluca. Zaten ufak tefek olan esmer, ama boyluca olan kumral. Onlar da buraya geliyorlar herhalde. Ama bunlar kuzucukların akranı değiller, daha büyükçeler, delikanlı dediklerinden. Yine de, ne güzel anlaşıyorlar hepsi birlikte, kocaman bir ailenin çocuklarıymışçasına.

-Hooop millet, şenlik mi var akşam? dedi boyluca olanı, adının Ali olduğunu bildiğim.

-He, toplanıyoruz işte ya, Tarhan biraz gıy gıy yapar, biz de çengi oluruz abi, hadi siz de seyirci olun bari, dedi fırlamalığıyla bilinen Emre.

-Bana bak len, söylerim halana ama, ne bu ağız böyle? Duymasın valla, dedi Ahmet, Alin’nin yeğeni.

-Söyle valla, ama peşinden senden öğrenmiş demeyi de unutma istersen, diye döküverdi incilerini Emre.

-Yaaa, neydi o öyle lan? Hiç esirgemedi ama, yapıştırıverdi senin kızıl kafa Akif’e ha! deyince Ahmet dayanamayıp, Ali de çorbaya bir tutam tuz attı,

-Baban da iyi benzetmiş Akif’i ha! Dua etsin gündüz saatiydi, biz yoktuk, valla anasını ..
-Hop hop hop hoooop, kendine gel oğlum, duymasın kızıl kafa seni, çocuklarıma kötü örnek oluyorsun diye parçalar valla oğlum, Akif’ten alamadı hıncını, sadece küfür edebildi, senden çıkartmasın acısını, diye gülerek ikaz etti Ahmet yeğenini.

Ne güzel gülüşüyorlar, alaya alıyorlar gündüzki kavgayı kendi aralarında. Maganda çıkmasa bari diyeceğim ama bu gençler varken çıkamaz zaten, sadece küçüklerime yeter onun gücü. Bak, sesi çıkıyor mu kaba adamın? Büyükleri var diye küçüklerin yanlarında, perdelerini bile açmıyor.

-Gençler, biz bir meydana çıkalım, geliriz beş on dakkaya kalmaz, hadi siz başlatın alemi biz gelinceye kadar, diye dayıvari konuştu Ali.

-Ya, gene mi sigara alacaksınız? İçmeyin şu zehiri ya! Oturun işte bizimle beraber. Hem Akif de çıkmaz sizi görünce, dedi Tarhan.

-Akif’in sağlam yeri kalmadı ki çıksın oğlum, diye övündü Emre babasıyla.

-Hadi, hadi dayılanma len, kızılkafayla baban olmasın da göreyim ben seni bakalım, dedi Ali Emre’nin havasını biraz söndürmek için.

-İlişme len çocuklara. Bırak övünsünler. Akif bu sopayı yiyecekti, belliydi zaten de, kimin kısmeti olacağı belli değildi. Hadi, biz gelinceye kadar sessiz sessiz oynayın siz bakayım bebeciklerim, dedi Ahmet kıkırdayarak. İki yeğen ayrıldılar parkımızdan. Ama fazla sürmez dönmeleri. Arkamdaki patikadan Çekirge meydana çıkıp, tüttürgeç alacaklar anlaşılan.

İşte birkaç tanesi daha geldiler. Ne güzel, hiç yalnız kalmıyorum onlar sayesinde, hiç boynum bükülmüyor, odun parçası tenim onların sıcaklığından mahrum olmuyor, şenliklerinden uzak olmuyor. Şu benim yaşadığım mutluluğu yaşayabilen kaç varlık vardır acaba? Ya da, yaşadıklarının farkına varan? Ya, bu zaten işte! Farkına varan!

İşte Tarhan gitarını aldı eline, başladı tıngırdatmaya. Ne güzel eğleniyorlar yeni yetmelerim. Balkonlar da dolmaya başladı. Hele şu arkamdaki sarı apartmanda balkona yerleşen bey de benim gibi ve kızıl kafa teyze gibi bayılıyor bu yeni yetmelerin böyle gitar ellerinde, şarkılar söylemelerine. Biraz sonra mola verip, süt de almaya giderler birkaç tanesi. Hepsi de süt seviyor bunların. İki üçü bir olup gidiyor bir alt caddedeki markete -buraya ilk getirildiğim gece fark etmiştim bir alt caddede market olduğunu, o gece de dinlenme molası verdiklerinde Emre’yle Ahmet, Emre gidip hemen bir alt sokaktan bir şişe süt almıştı da içmişti dinlence sırasında- torbalar dolusu, şişeler içerisinde süt alıyorlar, her biri birer şişe içiyorlar, diğer büyükleri hariç, hatta Emre futbolcu olduğundan iki şişe içiyor, birini sütleri getirirken yolda içmeye başlıyor, diğerini de yanıma gelip de üzerime sere serpe yayılınca açıp içiyor.

Bu da ne! Polis arabası diyorlar buna. Daha küçük teneke kutu bu, rengi de beyaz, üzerinde de mavi ışık yanıp sönüyor. Çocuklarımı kovalıyorlar, evlerinize diye, burada oynayamayacaklarını, şarkı söyleyemeyeceklerini, haklarında şikayet olduğunu ifade ediyorlar. Bu niye ki şimdi? Eyvah! Maganda da çıktı. Demek o şikayet etti kuzucuklarımı. Aşağıdan birileri daha koşuyor! Kızıl kafa teyze, onun bastonlu annesi, yetmişlik nine, Murat’ın babası, küçük Ali’nin babası, ortalık curcunaya döndü. Hepsi bağırışıyorlar.

-Kimdi o piç? Söyle, diye bağırınca maganda, dayanamadı kızıl kafa teyze de patladı işte artık.

-Yanımda mıydın piç olduğunu biliyorsun pezevenk?, deyince kızıl kafa teyze, kızılca kıyamet koptu işte bak, bu polis dedikleri ona sataşmaya başladılar.

Ama neyse, her şey yolunda sayılır hala, çünkü bütün komşular polise ve magandaya yüklendiler, hepsi kızıl kafa teyzenin arkasında, onu yalnız bırakmıyorlar. Hele kızıl kafa teyzenin annesi olan nine polislere bastonunu sallayınca, maganda bile geri kaçtı.

Polisler gitti, maganda da evine girdi, ama kuzucuklarımın da neşesi kaçtı. Ne gereği vardı gizli gizli perdenin arkasından kuzucuklarımı polise şikayet etmenin? Kime ne zararı oldu ki karıncalarımın? Ne yaptılar? Bir mahallenin yavruları olarak, kavga etmeyip, şarkı söylemek mi suçları? Bir mahallenin yavruları olarak, esrar batağına batmayıp, süt içmeleri mi suçları?
Ya bu memleketin polisine ne demeli? Keyfim kaçtı.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home