Parktaki Tahta Bank: Mahallenin Magandası

Çarşamba, Şubat 08, 2006

Mahallenin Magandası





Mahallenin Magandası

Bursa’nın mutena bir semtidir burası. Çok insan imrenir burada yaşamaya, sanki burada oturduklarında alınları daha bir ak olacakmışçasına, sanki boyları biraz daha uzayacakmışçasına, imrenir dururlar burada yaşamaya, onun için de birkaç yıl içinde bile bir sürü kiracı geldi gitti mahallemizden. Oysa bilmezler ki insanlar, magandalık her yerde aynıdır, Üniversite bitirmekle de magandalıktan arınamıyor insanlar, işte bizim de mahallemizin böyle bir magandası var. Bir karısı, bir de kendisi yaşar evinde, çocukları yoktur, hatta bir hayvan bile beslemezler, yalnızlıklarına yoldaş olsun diye. Bütün mahalle genelde uzak durur bu adamdan, alnında yazmasa da magandalığı, gözünden okunur adamın ne olduğu, bakışından ele verir adam kendini, davranışları magandalığına şahittir. Yazık ki, çok iyi bir aileden gelmekteymiş, konuşanlardan duydum. Hep çocuklarıma musallat olur bu maganda, hiç rahat vermez onlara, çocuk olduklarını düşünmez, zaten tek derdi de çocuklar değil ki magandamızın, konu komşuyla da geçinemez, herkesi rahatsız eder, toplu yaşama özürlü maganda.
Neyse. Bakın benim çocuklarım top oynuyorlar üst caddede. Bursa Belediyesi çocuklara bir oyun alanı tahsis etmediğinden, nasıl olsa mevsim de yaz olduğundan, tabi yaz olunca gelen geçen araba fazla olmadığından, benim delikanlılar futbol oynuyorlar caddede, her akşamüzeri yaptıkları gibi. Daha yeni yeni yetişiyor bunlar, çoğunun daha bıyıkları bile terlememiş, bildiğin çocuk, sadece iki, üç tanesi biraz daha kabaca, en küçükleri oniki-onüç yaşlarında, sıra sıra, boy boylar, sadece o iki veya üç tanesi yirmi var gibiler, ama bir görseniz hepsini bir arada, hepsini bir ailenin çocukları sanırsınız, ne güzel otururlar da kikirderler hep birlikte, aralarındaki yaş farkını unutarak. Bazen de şarkılar söylerler, kimisi enstrüman da çalar, mahalleye müzik ziyafeti çekerler de, mest olur burada yaşayanların hepsi kuzucuklarımı dinlerken.
Ne güzel, keyifle izlerim ben onları her akşamüzeri böyle bağıra çağıra top oynadıklarında. Şimdi de öyle hissediyorum işte, hani neredeyse, mümkün olsa, yaşıma başıma bakmadan, tahtadan bir bank olduğuma unutup, ben de katılacağım aralarına da, ben de coşacağım onlarla birlikte, kendimden geçeceğim onlar gibi, sanki ayaklarım varmışçasına.


Mahallemizin magandası çıktı evinden, arabasına doğru yürüyor, arabasına doğru giderken de pis pis bakıyor kuzucuklarıma, sanki kendisi hiç çocuk olmamış gibi. Eyvah, yine dalaşacak çocuklarımla, yine ürkütecek miniklerimi, henüz erken olduğundan, büyükler de yok yanlarında.
- Ne gürültü yapıyorsunuz lan? Babanızın çiftliği mi burası? dedi Maganda
-Biz gürültü yapmıyoruz ki ya, sadece top oynuyoruz, dedi Ferit.
-Defolun lan burdan, görmesin gözüm sizi. Zaten geçen gün aynam kırılmış, siz yapmışsınızdır bunu da, bu mahallenin piçi değil misiniz?
-Piç olduğumuzu nerden biliyorsun? Anamız belli, babamız belli, aramızda yabancı da yok, hepimiz bu mahallenin çocuğuyuz, dedi ellerini beline koyarak, futbolcu olduğundan efelene efelene Emre.
Çocuğun üzerine doğru yürümeye başladı Maganda.
-İndir lan o ellerini, bana mı dayılanıyorsun sen, it? dedi Maganda
-Ne dayıyım, ne itim, sen kaç yaşında adamsın, bize örnek olman gerekirken, ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin? dedi Emre, kimsenin ondört yaşında bir çocuktan beklemediği bir olgunlukla.
-İndir dedim sana o ellerini lan, diye gürledi Maganda ve Emre’yi itti. Sarsıldı Emre, sporculuğuna çok güvenerek efelenmişti ama, karşısındaki adam da tam ayı gibiydi, alt edemeyeceğini anlamıştı anlamasına ama yiğitliğe de leke sürdürmek istemiyordu ve arkadaşlarının arasında sonradan alay konusu olmamak için, bir türlü geri adım atmıyordu.
Bir adam yaklaştı yanlarına, kumral, biryetmişbeş boylarında, görünürde kendi halinde gibi duran, ama belli ki tanıdıktı, bütün çocuklar etrafını sarmıştı ‘Berk amca’ diye. ‘Berk amca’, magandanın oğlunun göğsüne vurarak ittirdiğini görmüştü aşağıdan gelirken.
-Ne oldu birader, bir şey mi var? diye sordu Berk amca
-Sen git işine be, deyip, onu da göğsünden itelemeyi geçirmişti ki aklından maganda, ellerini daha uzatmakta iken, üste üste, nereden geldiğini anlamadığı birkaç yumruk yedi ve ne olduğunu anlamadan, Berk amcanın altına serilmişti bile. Bu arada mahallemizin kuzucukları da Berk amcadan aldıkları kuvvetle, yerde yatan adamı tekmelemeye başlamışlar, yıllardır içlerinde kalan öçlerini almaya başlamışlardı. Maganda yere serildi kaldı, kalkamadı bile. Bütün bu olaylar sadece birkaç saniye içinde olmuş, dakika bile sürmemişti yaşananlar.
Okkalı bir dayaktan sonra bütün çocuklar sığırcık yavruları gibi bir andan uçup gittiler sokaktan, sanki hiç kimse olmamıştı sokakta, sanki onlar magandayı hiç tekmelememişlerdi, ama birkaç tanesi Emre’lerin apartmana daldı, Berk amca da beraber.
Bomboş kaldı etrafım. Sadece magandanın karısı koştu yardıma, ama maganda ya adam, karısına da bağırınmaya başladı, buna rağmen aldırmayıp kadın, ince, narin vücudundan beklenmeyecek bir azimle asıldı
kocasının uzattığı kolundan da kaldırdı magandayı yerden. Magandanın gözü patlamış, yüzünden bir yerlerden de kan akıyor, ama neresi olduğunu kestirmek pek de kolay değil. Kolunu da göğsüne bastırmış, galiba kolu mu kırıldı ne? Ah bir dilim olsa da, karşısına geçip bir oh çeksem şu serseme, ne zamandır nasıl da hak etmişti böyle bir dayağı, hem de minicik çocuklardan, Berk amcalarının koruması altında, handiyse bir meydan dayağı yemeyi. Ah bir bacaklarım olsa, canlansam, koşsam da ben de kuzucuklarım gibi bir tekme atabilsem bu şehir magandasına, ah ne çok isterdim bunu, ama olsun kuzucuklarım benim yerime de, iyice bir tekmelediler onu. Çoktan hak etmişti o bunu, zaten bugün olmasa da komşulardan birinden bir gün mutlaka bir dayak yiyecekti ya, insanlar sadece dişlerini sıkıyor, savuşturmaya çalışıyorlardı bu belayı başlarından, polislik, mahkemelik olmasınlar diye. Eh, bir gün birileri kucağıma oturup muhabbet ederlerken duymuştum, dayak olmadan, yaralama olmadan ve ölüm olmadan polis gelmezmiş bu memlekette, yönetmelikleri öyleymiş. Ancak vukuat olacak, belki de bu şehir magandası çocuklarımdan birinin üzerine yürüyüp, bir yerlerini incitecek, veya daha önce yaptığı gibi arabasını üstlerine sürecek, çocuklar da kaçarken biri düşüp, arabanın altında kalacak da, ondan sonra polis gelecek.
Bu da devletin mevzuatı işte, ölmeden çare bulunmama üzerine kurulu.
Yaralanınca veya ölünce polis gelebilir; ama bir de komşuysanız eğer böyle, polis de gönül alır gidermiş vukuat olmadığı sürece.
Dayak faslından sonra kimsecik kalmadı sokaklarda. Sanki yer yarıldı da içine girdiler kuzucuklarım.Sokağımız bir anlık bir ıssızlığa büründü, gelip geçen araba seslerinin dışında. Nerelere saklandılar acaba? Akşama çıkarlar herhalde ortaya. Magandanın karısı arabalarını çıkartmış park yerinden, kocasını da yanına oturttu, polise mi gidiyorlar ne? Acaba kuzucuklarıma bir şey yapar mı polis? Ama görgü şahidi var mı ki? Kim şahitlik eder böyle bir mahalle ayısının lehine? Hiç sanmıyorum kuzucuklarımı ele vereceklerini mahalle sakinlerinin. Ama belli mi olur, bazı kendisini bilmezler, çocukların gürültüsünün kesilmesine sevinenler de çıkabilir, bir iki tane de olsa.
Ne kadar zaman geçti acaba? Magandayla karısı geri geldiler, yine karısı şoför mahallinde, maganda yanında. O da ne? Adamın kolu bir bezle sarılmış ve başka bir bezle de boynuna asılmış.Adam inince arabadan, karısı yine arabasını benim üst tarafımdaki cadde üzerine park etmeye götürdü. Kuzucuklarım hala yok ortalarda, çillik yavrusu gibi dağıldıklarından beri, mahallede araba sesleri dışında in cin top oynuyor.
Adam içeri girmemiş, karısının arabayı park etmesini beklemiş, hala kapının önünde bekliyor. Hay allah, bu bağırış da nesi, yine magandanın sesi geliyor, dana böğürtüsü gibi. Karşı evlerden bir kadın da, ona bağırıyor. Aman, aman, ne bağırması, küfrediyor kadın.
-Nereden biliyorsun piç olduğunu pezevenk? Yanımda mıydın? Utan utan, boyun posun devrilsin senin, utanmadın mı el kadar çocuklara el kaldırmaya? Rezil!, diye veryansın ediyor, kızıl kafalı teyze.
Adamın dilinin kemiği yok, küfür üstüne küfür savuruyor; o da ne kızıl kafa teyze onu bastırmış, maganda içeri kaçtı, baktı pabuç pahalı, baktı kızıl kafa ondan ala küfür yarışında, baktı konu komşu balkonlara çıktı, yemedi magandanın yüreği galiba, dar kaçtı evine.

Ağzına sağlık teyzem, valla dinsizin hakkından imansız gelir misali, ancak senin gibisi gelir, bu terbiyesizin hakkından. Aaa, Emre’nin evi bu, o da Emre’nin halası galiba. Pek neden olduğunu kestiremedim ama, bütün çocuklar anne, baba diye seslenirken, Emre’nin hep hala veya babaanne diye seslendiğini duyarım, demek Emre onlarla yaşıyor. Babasını gördüm bugün de, annesini görmedim bu çocuğun, kuzum, öksüz galiba.

Bu kadın bayağı eli maşalılardan galiba, gözünü budaktan sakınmadan basıyor küfürü. Helal olsun valla. İşte sonunda kaçırdı magandayı evine. Ama kuzucuklarım da çil çil dağıldılar bu arada. Nerelere saklandılar acaba? Hiç biri yok ortalarda. Koca adam utanmıyor çoluk çocukla uğraşmaktan. Ne menem bir dünya bu insanların yaşadıkları, aklım ermiyor ki.
Oysa bize bir baksalar, kuzu kuzu geçiniriz ormanlarda, bazen dallarımızı birbirimizi uzatarak, kardeş kardeş. Kesecekleri zaman bizleri, hiç itiraz etmeden uzatırız boyunlarımızı, bize yeni bir hayat verecekler diye, yaşlandığımız için seviniriz de üstelik, yeni bir bedende, yeni bir hayat yaşayabileceğimiz için. Ama bu insan denen varlık bir muamma. Anlamak mümkün değil bunları.
Büyük gürültüden sonra herkes evine çekildi yine. Kimsecik yok ortalarda. Kuzucuklarım da kim bilir hangi deliğe saklandılar. Araba motorlarının gürültüsünden başka ses yok yine. Onların da gürültüsü az değil ya zaten. Neden bu kadar seslidir bunların motor dedikleri canı anlamam? Sanki sessiz sedasız nefes alamaz, yaşayamazlar gibi, gümbür gümbür gümbürdetirler ortalığı. Bir çoğu yapmaz da bunu, en çok şu büyük arabalar yapar. Onlar da yaşlı da, diğerleri daha mı gençtir ne? Belki de ondandır yaşarken çıkardıkları ses farklılıkları. Kuzucuklarım birkaç saat görünmezler artık ortalarda.
Yine boynu bükük kaldım işte. Her biri çekti gitti bir yerlere. Herhalde evlerindedirler şimdi. Birkaç saat görünmezler ortalarda. Biz insanlara göre cansız, ama aslında onlardan farklı olarak canlı maddeler için saat mefhumu yoktur, onun için de günün hangi saatindeyiz, akşama ne kadar var kestiremiyorum. Bu saat mefhumunu da insanlardan öğrendim yine. Onların çok işi oluyor bu saat dedikleri zamanla. Oysa zavallı şeyler farkında değiller zamanının sonsuz olduğunun. Onu bölmüşler gün içinde bir çok parçaya, o parçacıklar arasında koşturup duruyorlar. Anlamak mümkün değil ne yaptıklarını ya, o da onların yaşamı işte. Benim için aydınlık var, karanlık var, birinde oksijen üretirdim, diğerinde ise tüketirdim, henüz toprakla birbirimize bağlıyken. Şimdi ise o da yok. Ancak kimseler olmadığında, ortalık sessizleştiğinde anlayabiliyorum gün ve gece olduğunu. Benim bir işime yaramıyor bu ama, kuzucuklarım gelmiyorlar gece dedikleri zaman tünelinden geçmekte olduğumuzda, onlar uykuda oluyorlar o zaman. Ben de biraz daha yaşlanıyorum, eskiyorum onların bu gece dedikleri zaman diliminde.

İşte kuzucuklarım çıkmaya başladılar ortaya, işte birkaç tanesi etrafına bakına bakına geliyor, birazdan karınca sürüsü gibi doluşurlar buraya. Maganda yine çıkmasa bari, çıkmasa da kuzucuklarımı ürkütmese. Ne çok alıştım onlara, varlıkları beni yaşatıyor adeta. Olmadıklarında ise boynum bükük kalıyorum, sanki öksüzmüşçesine. Ah, bir dilim olsa da anlatabilsem bütün bunları onlara. Onlarla yaşadığımı, onlarla şenlendiğimi, acılarını acım edindiğimi, coşkularını mutluluğum kabul ettiğimi. Ama ben anlatamasam da onlar bilirler benim onlarla ne kadar mutlu olduğumu. Üzerime öyle gerine gerine uzanışları var ki bazen, sanılır ki evlerindeler veya analarının kucağındalar. Onlar mutlu benim varlığımla. Benim keyfimiyse hiç sormayın!




0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home