Parktaki Tahta Bank: Ayçekirdeği Kavgası

Cuma, Şubat 24, 2006

Ayçekirdeği Kavgası





İşte yine gün doğdu. Henüz kalabalıklar yok sokaklarda. Ben de dün geceden sonra meraklıyım, tıpkı yeni doğan gün gibi. Keyifsiz bir akşam geçirdik hepimiz, bütün mahalle. Gerçi sonradan kuzucuklarım yine de geldiler yanıma ama hiç birinin neşesi yoktu.

Karşımdaki üç katlı evin yanında bulunan mavi beyaz, altı katlı apartmanın beşinci katındaki hanım da uyanmış. Henüz çok erken ama, balkonda oturuyor, ellerini de havaya kaldırmış bu sabah, hatta ilk defa görüyorum onu böyle, başını da beyaz, kocaman bir örtüyle kapatmış. Bazen başını örten kadınlar görüyorum, rengarenk eşarplarla kapatıyorlar saçlarını ama böyle kocaman ve beyazını, henüz genç sayılan bir hanımın başında ilk defa gördüm. Genelde yaşlı ninelerde görüyorum böylesine büyüğünü, dün akşam Emre’nin babaannesinin başında da olduğu gibi.

Bir akşam kuzucuklarım meydana çıkmışlardı da, kızıl kafa teyzeyle, onun arkadaşı sarı kafalı bir hanım bu konu üzerine tartışmışlardı, çocuklara çekirge meydanındaki çerezciden ısmarladıkları çerezlerin gelmesini beklerken. O zaman öğretildi bana bu eşarp meselesi. Bazı kadınlar dini bir emir olduğunu düşünüyorlarmış bunun. Sarı kafalı hanım söylemişti, müslümanlar başını örtermiş. Şu bizim kızıl kafa teyze de pek inat bir şey, ona şiddetle karşı çıkmıştı; islamiyette baş örtmek diye bir hüküm olmadığını, baş örtmenin tamamen geleneksel olduğunu, hatta islamiyetten çok çok önceleri baş örtmenin var olduğunu söylemişti. Müslümanlıktan daha önce yerleşmiş olan hristiyanlıkta rahibelerin başını örttüklerini örnek göstererek. Ama sarışın hanım da ısrarlıydı, ikna olmuyordu bir türlü. Hatta en sonunda kızıl kafa teyze çok daha eskilerden örnek vermişti o akşam. Hala hatırlıyorum. Sümerlilerde Aşk Tanrıçası İnanna’nın mabetlerinde fahişeler varmış, bu fahişelik o dönemde çok kutsal bir meslekmiş, onun için mabette yaşarmış fahişeler ve bu fahişeler mabedin eteklerinde, merdivenlerde, bekar erkekleri beklermiş, onları beğenen erkeklerle birlikte olurlarmış, bu bir dini hizmetmiş zamanında. Bu mabed fahişelerinin diğer kadınlardan ayrılması için de, fahişelerin başları örtülerle örtülürmüş. Sonradan da Hititlere geçmiş bu gelenek. Dolayısıyla, baş örtmek tamamen geleneksel bir hareketmiş ama sonradan nasılsa bütün ilahi dinlere de geçmiş. İşte kızıl kafa teyze o gece bunları anlatmıştı arkadaşına, neredeyse soluk almadan. Demek bayağı hiddetlenmişti. Ama meseleyi bir türlü çözememişlerdi. Ne sarı saçlı hanım kızıl kafa teyzeyi ikna edebilmişti, ne de kızıl kafa teyzenin bu açıklamaları işe yaramıştı. Ne kadar aptal şu insanoğlu. Kimi kapamış, kimi de açmış, diğerine ne, ne diye böyle gereksiz şeyler tartışırlar? Biri başını örtüyorsa, diğeri ne karışır, eğer o öyle ibadetini yerine getiriyorsa ve öyle rahatsa; veya öbürü de bunun aksine inanıyorsa; bıraksalar ya birbirini rahat, niye bu kadar üzerinde duruyorlar bu meselenin? Her ademoğlu nasıl istiyorsa öyle giyinsin, öyle inansın. Üstelik zaten hepsi bir tuhaf bunların. Bir bakıyorsun başını örtmeyen bir hanım, işte şu karşıdaki Leman hanım gibi, bazen dua ederken örtebiliyor. Neyse. Beni pek ilgilendirmiyor. Siz hiç örtünen bir ağaç gördünüz mü? Ha, tabi örtülüdür benim cinsim de, kabuğu vardır üzerinde, başka giysiye veya örtüye ihtiyacımız yoktur bizim. O ademoğlunun meselesi. Aptal ademoğlu. Beni hiç ilgilendiriyor bu mesele. İyi ki ormanda ağaçlar böyle saçma sapan kavgaya tutuşmuyorlar aralarında. Yok canım, orada bambaşka bir alem var, insanoğlununkine hiç benzemeyen; hepimizin yeterince yeri var, hepimiz yağan yağmurdan yararlanıyoruz. Topraktan gerekli gıdamızı alıyoruz, kardeş kardeş paylaşıp, kardeş kardeş yaşayıp, dönüşüyoruz. Bazen benim gibi bank yapılır bir ağaçtan, bazen de insanoğlunun ihtiyacı için kağıt. Ama bazen de yakıyorlar bizi. Buna bir son vermeliler. Bir ağaç kaç yılda yetişiyor, oysa aynı ağaç, kesilip odun olduğunda, bir evi ne kadar süre ısıtabiliyor? Üstelik bir de her yeri bina doldurduklarından yok ediyorlar bizim evlerimizi, yerlerine yenileri ekilmediğinden. Sonra görecekler nasıl çölleştiklerini. Ama henüz başlarına gelmedi ya, uzak zannediyorlar bu ihtimali. Bu insanoğlu gerçekten aptal galiba. Oysa ne kadar zavallılar; dünyayı onlar yaratmış ve onlar yöneteceklermiş gibi küstahça bir aymazlık içindeler.

Benim tenekeler yine başladılar, o ne bet ses öyle. Başka bir araba daha geçti, beyaz, polis arabalarınınki gibi, ama onlardan daha büyük bir teneke bunlar; tanıyorum artık, hem bunlar tepelerindeki lambalarını yakarken, ortalığı ayağa kaldıran bir ses de çıkartıyorlar. Hasta taşıyormuşlar içinde. Aşağıda hastane var ya, oraya götürüyorlarmış; kuzcuklarımdan duydum.

Güneş güzel ısıtıyor bugün. Hava da pırıl pırıl. Gelirler birazdan benim karıncalar yavaş yavaş. Eh, okulları tatil ya, bütün gün it gibi azıyorlar. Kah burada kikirdiyorlar, kah top oynuyorlar, futbol dedikleri. Kızıl kafa teyze çıktı apartman kapısından, bir sürü de kocaman kocaman çanta var yanında. Hayret, kendi arabasıyla gitmiyor. Sarı bir teneke gelmiş, bunları da biliyorum, taksi diyorlar. Niye bu kadın bu sabah kendi arabasıyla gitmiyor ki? Hem niye bu kadar çok ve kocaman çantalar var yanında? Her sabah elinde bir çanta olurdu, büyükçe, bir de omzunda asılı olan, daha küçük bir şey. Arabanın arkasında bir yer var, kocaman bir ağız gibi, hepsini oraya doldurdular çantaların, ama kapanmadı ağız, aralık kaldı. Emre ile babaannesi de çıkmışlar bu sabah. Bu kadın bir yere gidiyor herhalde, uzakça bir yere, bak öptü Emre’yi ve bastonlu nineyi. Henüz erken, gelmez kuzucular ki öğreneyim nedir, nereye gitmiştir kızıl kafa teyze



Ne kadar zaman geçti, insanoğlunun deyimiyle, bilmiyorum, ama ortalık iyice hareketlendi. Tenekeler vızır vızır işliyor. Üst tarafımda da bir dükkan var, kadınlar saç baş darmadağın giriyorlar, ama çıkarken saçlar şekilli çıkıyorlar. Bak o hanım da geldi açtı dükkanı. Genelde geç açar. Fazla erken gelmez.

Hah, iti an çomağı hazırla misali, dökülüyorlar benimkiler . Geldiler birkaç tanesi, yayıldılar üzerimde. Bunlar yeni yetmelerimden, büyükler gündüzleri olmuyorlar pek. Bu gelen Leman hanımın oğlu Ali. Birkaç tane Ali var mahallede, ama sanırım bu en küçükleri. İşte bücür bir tane daha geldi, Ferit. Ama Ferit boy bücürü, yoksa Ali’den yaşça büyük, Emre’yle Tarhan’ın akranı bu, en çok üçü beraber oluyorlar, oradan biliyorum. Az değil ama bu bacaksız, tam fitne fücür bit şey, ama şakasına tabii, yoksa hiç biri kötü değil kuzucuklarımın. İşte Tarhan’la Emre de düştüler kucağıma.

-Ne var oğlum, ne alınıyorsun ki?
-Bak Emre, deme bana buldog oğlum, sıçacağım çarkına bir gün, diye cevapladı Tarhan.

Aralarında bir tartışma var anlaşılan.

-Bak, bak, şu yanaklara bak oğlum, buldogsun işte.

Tarhan çok kötü bakıyor Emre’ye, bir taraftan yediği ayçiçeklerinin kabuklarını ağzından tükürürken. Yine de onca sinir arasında arkadaşlarına da çekirdek ikram etmeyi unutmuyor ama.

-N’oldu lan? Ne derdiniz var sizin?, diye Ferit araya girdi.

-Ya, git işine sen de yaaa, diye aynı sinirle onu da tersledi Tarhan.

-Ben n’aptım oğlu ya?, sorusu cevap bulamadı Ferit’in bir an.

Birkaç çocuk daha geldiler, benimkilerin arkadaşları bunlar da, ama buralarda oturmuyorlar. Başka yerden geliyorlar. Yine de çok uzak olduğunu zannetmiyorum evlerinin, sadece benim göremediğim bir mesafede galiba.

-Buldog, n’olucak, deyince Emre, Tarhan ağzındaki çekirdek kabuklarını Emre’nin yüzüne tükürmeye başladı. Emre de az değil ki, kalktı yerinden, ne kalkması, fırlamasıyla Tarhan’ın yüzüne bir kafa atması bir oldu. Ne yapıyor bunlar Allah aşkına bugün? Ne oldu kuzucuklarıma? İyi ki diğer arkadaşları da buradalar da, ayırdılar. Aman, o da ne? Tarhan’ın burnu kanamış. Bunu gören Emre yaptığına pişman oldu, belli yüzünden ama yiğitliğe de leke sürdürmeyecek ya, hiç oralı olmayıp, tepeden tepeden erkek erkek bakıyor. Al işte, o haline rağmen Tarhan da altta kalacak değil ya, işte yine girdiler birbirlerine, diğerleri atıldılar ama, daha ileri gitmesine izin vermediler kavganın.

İkisini ayıran çocuklar iki ayrı grup oluşturdular ve Emre’yle Tarhan’ın oturduğu apartmana doğru yürümeye başladılar. Vazgeçtiler. Yok, yok, bir grup devam ediyor, Tarhan’ı da almışlar yanlarına, işte girdiler içeriye, diğerleri Emre ile birlikte tekrar geldiler buraya.

-Oğlum biliyorsun kızdığını, niye üstüne üstüne gidiyorsun sen de?, diye sordu Ferhat.

-Ne var len bunda kızacak? Sana da neler söylemiyor muyuz? Buldog suratlı ne olacak, diye Emre üstün gelme çabasını sürdürmeye çalışıyordu, ama ses tonlarını biliyorum artık, rahat değil.

İyi ki insan değilim, yoksa ölümüme sebep olurlardı bu veletler benim. Yüreğime inerdi evet, mahallenin magandasından öğrendiklerini uygulaması kuzucuklarımın!

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home