Parktaki Tahta Bank: Parktaki Tahta Bank

Çarşamba, Şubat 08, 2006

Parktaki Tahta Bank

Burada benim ilk öykü kitabımın çalışmasıyla karşılaşacaksınız. Kitabımın adı Parktaki Tahta Bank, yukarıdaki başlıkta da göreceğiniz üzere ilk öykümün adı da bu. Burası çok hareketli bir sayfa olmayacak, çünkü ancak yeni bir öykü yazdığımda ekleme yapacağım. Bir gün, o tahta sıranın, o küçücük parktan alınıp götürülmesiyle de son bulacak öyküm.

Umarım keyifli okumalar olur sizler için.





Parktaki Tahta Bank

Çoğunuz görmezsiniz bile beni, yanımdan geçer gidersiniz. Kah oturup dinlenirsiniz üzerimde bir nefeslik, yürek çarpıntılarınız duruncaya, kan basıncınız normale dönünceye, ayaklarınızın aşırı yük taşımaktan ağırlığınızın altındaki ezilmişliği geçinceye kadar, kah can sıkıntısından bir tekme atarsınız, canınızın sıkıntısının öcünü benden alırcasına, sanki ben sizin derdinizin sebebiymişimcesine, hırpalar da beni, öyle geçersiniz yanımdan. Hiç sorgulamazsınız ben sizin aranızda neler yaşadım, sizlerle geçirdiğim bunca yıl içinde, hangi yaralarınıza merhem oldum, hangi sırlarınızı sakladım, hangi yorgunluklarınızın limanı oldum; ne kadar zamandır buradayım, buraya nasıl getirildim, nereden getirildim, kimler getirdi; hangi kavgalarınıza şahit oldum, hangi mutluluklarınızı paylaştım sizlerle; kışların ağır ve bol karlı geçtiği zamanlarda, üzerimdeki günlerce kalan karın etkisiyle, kar suyunun nasıl içime işlediğini, bu suyun yol bulurken bedenimde nerelerimi oyduğunu, beni boyamadıkları için, nasıl giysisiz, çıplak kaldığımı ve bu çıplaklığım sonucunda, oramın buramın nasıl çatladığını; her bahar gelişinde benim de sizlerle birlikte nasıl coştuğumu, sizi ağırlamaktan ne büyük bir haz aldığımı, aranızdan bazıları kucağıma oturduğunda, hizmette kusur etmemek için, nasıl emre amade beklediğimi, sizlere hizmet edebildiğim sürece nasıl adeta başımın göğe ağdığını hiç bilmezsiniz, çünkü anlatım özürlüyüm ben.

Artık ömrümün sonuna geliyorum yavaş yavaş, veda vakti yaklaşıyor usulca. Bunca zaman çıplak bedenimi yağmur yıkadı, güneş ağaçların arasından yol bulup, süzüle süzüle uzanıp, ıslaklığımı kuruttu. İçinizden bazıları oramı buramı kesti, oydu kiminiz her yerimi çentik çentik, şeklim bozuldu, kel bir horoz gibi görünüyorum artık, köhnemiş, yılgın, umutsuzcasına, bomboş ve yaşlı, boynu bükük, işe yaramaz, vaktini doldurmuş bir ihtiyar.

Yanılmamışım. İşte Bursa Büyükşehir kamyonundan işçiler iniyor. Demek vakit beklediğimden de erken gelmiş. Bahar geldi ya, şehri makyajlama kampanyasına ben de dahil edilmişim besbelli. Kamyonun kasasında bir çift yeni bank duruyor, modelleri benden oldukça farklı, bu yeni bin yılın modelleri böyle oluyor demek. Ben de antika sınıfına giriyorum herhalde artık, gençlerin tabiriyle, moruklar sınıfına. Çok yerde kalmamıştır zaten benim gibileri. Bu yenilerin kolçakları iki taraflarında metal dairelerden oluşuyor, arkalıkları da yok. Bu tarafımı ararsınız işte, ben sizleri tam kucaklıyordum, sırtınızı da bana veriyordunuz da, omurganızın yükünü bir müddet için sizden alıp, ben taşıyordum, ama bu yeni modellerde, destek yok, onlara yaslanamayacaksınız; gördünüz mü bak, üzüldüm şimdi, yarım yamalak dinlenebileceksiniz. Ama buna rağmen bir olumlu yanları var, iskeletleri benden daha dayanıklı görünüyor, daha uzun zaman size hizmet edebilirler, metalden olduklarından. Ama robot gibi bunlar; metal olduklarından, oturduğunuzda bir soğukluk hissedeceksiniz, güzel tarafı ise aranızda bazı magandalar bunların orasını burasını oyamayacak, bana yaptıkları gibi.

İşçilerin kamyonun kasasından indirdiği iki bank süzüm süzüm süzülüyor, kurum kurum kuruluyorlar, gençliklerinin getirdiği yaşam açlığıyla, henüz farkında değiller hayatın ne kadar acımasız olabileceğinin, onları bile eskitebileceğinin, boyanmazlarsa eğer.

Birkaç yıl önce buraya ilk geldiğim geceyi hatırladım. Çekirge meydanında, otobüs durağının yanıbaşında, kaldırımın üzerinde boylu boyunca yatıyordum. Otobüs durağının yanıbaşında olduğumdan, hiç yalnızlık çekmemiştim; hiç boş kalmazdı kucağım ve çevrem. Bazen durakta otobüs bekleyenlere açardım kucağımı, duraktaki bankın üzerinde oturacak yer kalmayınca, bazen gece içip içip sarhoş olmuş ve ayakta zor duranlara, bazen de köşedeki tavukçunun, hani şu adı gıt gıt olan, aslında eskiden sütçü Sait'in yeriydi orası, süthanesi vardı onun orda, sonra onun yerine bir tavukçu açıldı oraya, işte o tavukçunun arkasındaki kokoreççiden kokoreçlerini alıp, yolu geçip bana gelen ve kucağıma oturan gençlere açardım ellerindekini yiyen, aralarında şakalaşan, kakara kikiri yapan bir dolu yaşam şelalesi, mahallenin yeni yetmelerine. Hayatımdan hoşnuttum, hiç gıkım çıkmazdı genelde. Ama bazı zamanlar çok içerler, dillenemediğime çok yanardım; hani bazı gençler vardır, adam olmayı eline bir çakı veya bıçak alıp, bir bankı oymayı ve kesmeyi eşdeğer tutarlar; genellikle de şu Amerikan işi, sonradan çıkan, dağcıların kullandığı çakılarla yaparlar bunu. İşte o zaman içim ağlardı, unuturdum güzellikleri, dillenemediğime lanetler yağdırarak, sessiz sessiz lal bir isyan taşardı yüreğimden. Kiminiz zevk olsun diye, kiminiz üzüntüsünden, kiminiz de sevdiğinin adını paylaşmak için cümle alemle, sanki cümle alemin çok umurundaymış gibi onun sevdiğinin adı, sanki dört gözle onun o adı afişe etmesini bekliyorlarmış gibi, oydu, kesti oramı, buramı. Ne çok içim yanardı bilseniz o zaman. Tertemiz boyanıp da buraya bırakıldığım ilk gençlik günlerim gelirdi hayalime hemen, bana yapılanlardan sonra alıp başımı kaçmak isterdim buralardan, sanki ayaklarımın yürüme gücü varmış gibi de sonra boynum bükülür oturup kalırdım olduğum yerde, bir müebbet mahkumu olduğumu hatırlayarak. Siz, kendini yollara vurmuş bir bank gördünüz mü hiç? İşte bu misal benimki de, çekip gitme şansımın olmadığını kavrayıp, içime kapanır, ığıl ığıl ağlardım bu kadar çok incitilmekten, yüreğim isyan bayraklarını çekerdi için için, sessiz, lal bayraklardı bunlar, kimselerin duyamadığı.

Bir gece yarısından sonra, ellerinde yemekte oldukları kokoreçleri, iki genç geldi oturdu kucağıma, biri esmer, diğeri sarışına yakın kumral, kumral olanın yaşı küçük, belli, ama esmer olandan daha boyluca, esmer olan daha kabaca bir çocuk olmakla birlikte. Kokoreçlerini bitirince, aralarında konuşmaya başladılar, mahallelerinde bir yeşil alan varmış ama oturacak bir yer yokmuş, anlatıyorlardı birbirlerine, çözüm bulmak üzere. Birden birbirlerinin gözlerinin içine bakarak, dudaklarını kıpırdatmadan, anlaştılar aralarında ve beni süzmeye başladılar, yine hiç konuşmadan bir daha birbirlerine baktılar, hala konuşmuyorlardı, ama her ne olmuşsa, ikisi de aynı anda aynı şeyi düşünmüşcesine, giriverdiler koluma ve kaptıkları gibi kaldırdılar beni ve birlikte bir yolculuğa çıktık. Yeni yollar, yeni ağaçlar, yeni evler gördüm giderken onlarla, gece yarısı olduğundan, seyrek de olsa arabalar da geçiyordu yanımızdan. Bir müddet yol aldıktan sonra yorulup, soluklanmak üzere beni yere bırakıyorlar ve kucağımda dinleniyor, biraz sonra yine yola koyuluyorduk üçümüz birlikte. Böyle birkaç kez dinlene dinlene bir üç yol ağzına geldik, bulunduğumuz yol devam ediyor, bir kolu da aşağıya iniyordu. Tam bu yolun ayrılma noktasında, yeşillikten, muska gibi içinde birkaç ağacın bulunduğu küçücük bir park vardı. Bu parkın tam ortasına yerleştirdiler beni, bazı yerleri parça parça, amatörce beton dökülmüş, bazı yerleri de kazma kürekle düzeltilmiş, mini minnacık bir park.

İşte bu son birkaç yılımı bu minyatür parkta geçirdim, iyi ve kötü bir çok şey yaşadım ben bu insanların arasında. Öyle sırlar paylaştım ki, taş olsa çatlardı yerimde, ama ben çatlamadım, bu gençler her şeye rağmen iyi bakıyorlardı bana, çatlamamalıydım, onlara vefa borcum vardı.

Bazen geceler, bu çocuklar evlerine girdiklerinde, hastahane yakın olduğundan, hastahane dönüşü soluklanma molası veren nice hasta yakınlarına, nice ayyaşlara, nice kendini bilmezlere açtım kucağımı, kimselere isyan etmeden, gıkımı çıkartmadan. Ama artık yolun sonuna geldim besbelli, bak Belediye'nin işçileri iki taze bankın yerini hazırlamaya başladılar, benim olduğum yere değil, karşıma koyacaklar anlaşılan bu iki gencecik bankı. Hiç böyle olacağını düşünmemiştim, yaşlanıp, burada öleceğimi sanırdım, ama daha can vermedim ya, can vermediğim halde, yerime yenilerini getirdiler ya, galiba kıskandım. Son bir daha burada yaşadıklarımı hatırlayıp, vedalaşmalıyım artık.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home